Türk Silahlı kuvvetleri, içerisinde üç ama çizgiye ayrılmış haliyle ( fetullahçı amerikancilar, milliyetçi Turkeşçiler ve avrasyacı Perinçekçiler ki içi de kendisinin Atatürkçü olduğu iddiasinda) iktidar partisine hic sempati duymuyor. Özellikle Suriye konusu olmak uzere dış politikada, Akp'nin pozisyon ve tavır değişikliğini yeterli bulmasa da destekliyor oluşu, Siyasal Iislamcı tarikatlerin etkili olduğu AKP'yi destekledikleri anlamına gelmiyor.
AKP'nin son birkaç yıldır ve özellikle 15 temmuz darbe girişiminden sonra , ABD menşeili batı çizgisinden çıkmış olması, ve görece bağımsız hamleler yapmaya çalışıyor olması, ordu ve devlet içerisindeki Abd emperyalizmi karşıtı kesimleri memnun etse de, AKP'nin hala ve özellikle son 50 yıldır, amerikan ve ingiliz ve Israil istihbaratı eliyle büyüyüp geliştirdikleri çeşitli tarikatlerin devlete yerleşme kanalı şeklinde algılanması, milli savunma çizgisinde, bu partiyle tam bir ortaklık kurulmasına engel teşkil ediyor.
Ana muhalefet partisi kimliğini hala koruyan CHP, kendisinin kemikleşmiş oylarının dışında ciddi bir oy desteği görmemesinin yarattığı kaygının etkisiyle ama aslında daha çok, özellikle 50'lerden sonra eklendiği batı emperyalizminin sosyal demokrat görünümlü kanatlarıyla paralel bir çizgiye gelen ve vesayetler gücüyle varligini sürdüren yapısı gereği, iktidarın yolunu, Abd' nin özellikle cumhuriyetçi kanadının hizmetine girmekte görüyor. Bu kanadın uzantılarıyla ( fetö ve hdp) çekinmeden ve hatta gönüllü isbirligine girmiş olması kendi tabanında da çok ciddi tepkilere neden olduğundan, 'Adalet' diyerek başlattığı yürüyüşe umduğu desteği bulamıyor.
Abd' nin emperyalist projelerine bağlanmış durumdaki ana muhalefet Partisinin durumu buyken, gün geçtikçe Ingiltere devletinin küresel emperyalist çizgisine yanaşarak denge sağlamaya çalışan Iktidar partisi ve aslında bu partinin destek bulduğu sermaye çevresinin destegini kaybeden ve azınlığa düşen Erdoğan da dengeleri sağlamakta zorlanıyor.
Ikı farklı küresel emperyalist projenin de ortak oldukları çizgiden farklılaşmaya çalışan ama bir öncesiyle şimdi arasında tutarsızlıkları olan Erdoğan politikaları, iki taraf içind e öngörülemez duruma geliyor zaman zaman. Pasifik pazarının dengelerinin oluşturulmaya çalışıldığı günümüzde, Turkuye'nin jeopolitik konumu ve önemi çok arttığından dolayısı ile ülkenin uzerindeki egemenlik mücadelesinin tansiyonu da süreli yükseliyor.
Yerli sermaye birikimi fazla olmadığı için dış kaynaklı sermaye girişleri ne ihtiyacı olan ve bu nedenle özellikle özel sektör Bazın da borçlanmayı sürdüren Türkiye'nin, üretimi artırmak amaçlı maliyet düşürme danslarının başında kredilendirme faizlerini düşürmek yatıyor ki bu politikayı destekliyorum. Üretim temelli bir reel ekonomik kalkınma çabası görülüyor. Ancak Bu faiz konusunun önemini azaltan ve bunu sadece islami bir gerekçe olarak yansıtan bir muhalefet söyleminin olması, konunun gereken desteği görmesine engel oluyor. Bir yandan çok fazla islamci dili kullanan ama devletin rant kapılarına, küreselci sermayeler ile ortaklasarak yerleşen, genel tabirle ifade etmek gerekirse yeşil sermaye, kurduğu ortaklıklar ve küresel sömürü düzeninin emperyalist projelerine hizmet edecek uygulamalarıyla güven vermiyor . Dolayısı ile muhalefetin Bu, faiz konusundaki manipülatif söylemleri arzuladıkları perdelemeyi yapabiliyor.
AKP'yi düne kadar hakim olan ve fettullah hareketinin temsil ettiği, herşeyi tüketen, her devlet kurumunu özellestiren, yatırım yapılıyor diye doğayı ve kaynakları rast gele çarçur eden, ülkenin bağımsız kalabilmesini sağlayacak tüm değerlerini kuresel projelere bağlamaya çalışan, tarım hayvancilik sektöründeki küçük üreticiyi yok etme amaçlı uygulamalara, Erdoğan'in destek verdiği ya da olumlu ve hafifletici olarak söylenmek istenirse ses çıkarmadığı ya da çıkaramadığı bilindiğinden, halk tabiriyle ve özellikle bir kesim artık ağzıyla kuş tutsa Erdogan'a güven duymuyor. Bu durum , muhalefetin projesizligini ve kısırlığını ya da daha acımasız söylersek işbirliğini örtmek için kulandığı nefret politikasının hala etkili olmasinı sağlıyor.
Böylesine bir karmaşa içerisinde, elbette gerçek kapışmalar algilanamiyor. Hem akp hem de chp seçmeni partilerini sorgulamaya başladı ancak nefret ve biat arasında kalmış genel seçmen kitlesi ayrı ayrı vatana ihanet ya da vatanseverlik tavrı geliştirerek ve ne acı ki aynı kelimelerle farklı yerlerde durup bir diğeriyle çatışarak küresel güçlerin üzerinde oyun kurduğu bir kitleye dönüşüyor.
Türkiye'de son 15 yılda gözümüze batmış ama son 40 yıldır zaten rayından çıkmış olan adalet ve onun kurumsal yapılarına olan güvensizlik has safhaya çıkıyor. Ayrı ayrı olarak, devlet kurumlarında egemen olma eylemi olan kadrolaşma, bir kesimin bir diğerini elimine ederek yerine geçme şeklinde tezahür ediyor. Liyakat ve başarı ve milli çıkarlar prensiplerinden ziyade, bir çizginin kendisini sağlama almak amacıyla yerleştirmeler yapılıyor. Bu durum, fettullahçi işbirlikçi bürokratların devletten temizlenme çabasına gölge düşürüyor. Bu gölgeden yararlanarak zaten aşınmış adalet duygusu uzerinden farklı bir manipülasyona kalkan fetö artıkları ve medyatik propagandalari hala etkili olabiliyor.
Bütün bu şerait içerisinde yine de olumlu gorebilemeğimiz bir devinim de var. Bu da, yeni çürümemiş aslında son 70 yıldır atlantikçi çizgi içerisinde çürümüş ve kokuşmuş olan devlet yapısının kendisini yenilemek zorunda olduğunu fark etmesi ve yeni bir dengeye dair görece bağımsız bir derin koalisyon kurma çabası.
21.yy saldırgan ve işgalci kureselciligi karşısında elbette ve malesef hala etik kısmı kırpılmış bir kapitalist algıyla da olsa milli çıkarları ve görece bağımsızlığı gözetmeye çalışan Türkiye derin yapılarının bir kısmı, teslimiyetçi ve mandacı diğer kısımlarıyla amansız bir çatışmanın içinde. Dolayısıyla devlet bizatihi kendi içerisinde çalkalaniyor ve bu, siyaset sahnesi uzerinde n topluma yansıyor.
Bilindik bütün ideolojilerin ve kavramların ve kurumların alt üst oluşu iyimser bir bakışla yeniden oluşmaya gebe bir dönemde de olduğumuzun göstergesi. Her kavramın bütün ayrıntılarına kadar doğru ya da yanlış da olsa tartışılmaya başlamış olması, hem ekonomik modellemedeki degis im gereği , hem felsefik alanın sorduğu ve yanıt aradığı sorular gereği hem bu at yapısal kaymaların yarattığı etkiyle inancın değil ama inanç sistematiklerinin zamanla almış olduğu çürümüş hal gereği aslında büyük bir sosyolojik değişimin habercisidir. Dine kadar üzerinde konuşulmasını bırakın düşünülmesi bile yasaklı konuların heryerde tartışılıyor olması olumludur. Kemalizm, sosyalizm, kapitalizm, siyasal islamcılık, uydurma din, kur-an islami, devlet gibi mayınlı arazilerin temizlenmesi aşamasında patlayan çok mayın var elbette.
Kamu oyundaki hakim algının aksine ben birkaç sene içerisinde Türkiye toplumunun bu deviniminin ve sorgulama sürecinin Turkiye'yi yeni bir dengeye ulastiracagini düşünüyorum. Hali hazırdaki rezaletin yerine eski rezaleti allayıp pullanma çabalarının da, eski rezil yapıya dair eleştiriler ile başlayan tezgah siyasi islamci tarikatçiligin ve de neosmanlici emperyalizmin hizmet algısının da kendisinecartik yer bulamayacağı bir dengeye yonelindigini görüyorum. Ancak hala bu yontem ve arzularla hareket eden iki ana küreselci gücün çatışması devam ediyor malesef. Umudu kaybetmeyin.....